katılaşmak işi

1. تحجر [تَحَجُّر]

Anlamı: katılaşmak işi

2. تصلب [تَصَلُّب]

Anlamı: katılaşmak işi

3. جسء [جَسْء]

Anlamı: katılaşmak işi

4. جسوء [جُسُوء]

Anlamı: katılaşmak işi

5. جمد [جَمْد]

Anlamı: katılaşmak işi

6. صلابة [صَلَابَة]

Anlamı: katılaşmak işi

7. صلادة [صَلَادَة]

Anlamı: katılaşmak işi

8. صمل [صَمْل]

Anlamı: katılaşmak işi

9. صمول [صُمُول]

Anlamı: katılaşmak işi

1. sertleşmek

Anlamı: sert bir durum almak, katılaşmak

2. katılaşmak

Anlamı: katı duruma gelmek

3. pıhtılaşmak

Anlamı: pıhtı durumuna gelmek

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. skleroz

Anlamı: bir organ veya dokunun patoloiik sertleşmesi

3. katılık

Anlamı: katı olma durumu

4. sertlik

Anlamı: katı ve kırıcı olma

5. peklik

Anlamı: pek olma durumu

1. fosilleşmek

Anlamı: fosil duruma gelmek

2. taşıllaşmak

Anlamı: taşıl duruma gelmek

3. katılaşmak

Anlamı: katı duruma gelmek

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. kemikleşme

Anlamı: sert, değişmez bir durum alma

3. bağnazlık

Anlamı: bağnaz olma durumu

4. kemikleşmek

Anlamı: sert, değişmez bir durum alma

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. katılık

Anlamı: katı olma durumu

3. sertlik

Anlamı: katı ve kırıcı olma

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. sertlik

Anlamı: katı ve kırıcı olma

buz

Anlamı: suyun donduktan sonra aldığı hâl

1. buzlanmak

Anlamı: buz tutmak

2. donmak

Anlamı: soğuğun etkisiyle katı duruma gelmek

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. katılık

Anlamı: katı olma durumu

3. peklik

Anlamı: pek olma durumu

4. sertlik

Anlamı: katı ve kırıcı olma

1. güçlendirmek

Anlamı: güçlü duruma getirmek

2. sertleştirmek

Anlamı: sert bir duruma getirmek

3. buzlanmak

Anlamı: buz tutmak

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. inat

Anlamı: bir konuda direnme

3. katılık

Anlamı: katı olma durumu

4. peklik

Anlamı: pek olma durumu

5. sertlik

Anlamı: katı ve kırıcı olma

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. peklik

Anlamı: pek olma durumu

3. sertlik

Anlamı: katı ve kırıcı olma

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. katılık

Anlamı: katı olma durumu

3. sertlik

Anlamı: katı ve kırıcı olma

4. peklik

Anlamı: pek olma durumu

1. katılaşma

Anlamı: katılaşmak işi

2. katalepsi

Anlamı: iradenin yitimi

3. katılık

Anlamı: katı olma durumu

4. sertlik

Anlamı: katı ve kırıcı olma

adj. kurulmuş, yapmacık, içten olmayan, sabit, değişmez, belirlenmiş, belirli, geleneksel, alışılmış, basmakalıp, kararlı, azimli, inatçı, dediğim dedik

n. set, seri, dizi, takım, yemek takımı, sahne, topluluk, grup, zümre, durum, hal, eğilim, gidiş yönü, gidişat, batma, vaziyet, batış, fide, fidan, yuva (porsuk vb.), alıcı

v. koymak; yerleştirmek, takmak, kurmak, hazırlamak; düzenlemek; ayarlamak, belirlemek; batmak (güneş), batmak; oturtmak; yapmak; kararlaştırmak; dizmek; dikmek, ekmek; şekil vermek; kuluçkaya yatırmak; kakma işi yapmak (taş); süslemek; yazmak, çizmek; saldırtmak, üzerine salmak; riske atmak, tehlikeye atmak; olgunlaşmak; yaptırmak; yerleşmek; katılaşmak, pıhtılaşmak, pekişmek; kesilmek (süt); oturmak; gelmek, esmek; avın yerini göstermek; kasılmak; meyve vermek

* * *

* * *

1) (to put or place: She set the tray down on the table.) koymak

2) (to put plates, knives, forks etc on (a table) for a meal: Please would you set the table for me?) kurmak, hazırlamak

3) (to settle or arrange (a date, limit, price etc): It's difficult to set a price on a book when you don't know its value.) saptamak, kararlaştırmak

4) (to give a person (a task etc) to do: The witch set the prince three tasks; The teacher set a test for her pupils; He should set the others a good example.) vermek

5) (to cause to start doing something: His behaviour set people talking.) başlatmak

6) ((of the sun etc) to disappear below the horizon: It gets cooler when the sun sets.) batmak

7) (to become firm or solid: Has the concrete set?) katılaşmak

8) (to adjust (eg a clock or its alarm) so that it is ready to perform its function: He set the alarm for 7.00 a.m.) ayarlamak, kurmak

9) (to arrange (hair) in waves or curls.) saç yapmak, şekil vermek

10) (to fix in the surface of something, eg jewels in a ring.) oturtmak, koymak

11) (to put (broken bones) into the correct position for healing: They set his broken arm.) (kırık çıkığı) yerine koymak/oturtmak

1) (fixed or arranged previously: There is a set procedure for doing this.) belirli, değişmez

2) ((often with on) ready, intending or determined (to do something): He is set on going.) kararlı, aklına koymuş

3) (deliberate: He had the set intention of hurting her.) amaçlı

4) (stiff; fixed: He had a set smile on his face.) sabit

5) (not changing or developing: set ideas.) değişmez

6) ((with with) having something set in it: a gold ring set with diamonds.)... ile donatılmış

1) (a group of things used or belonging together: a set of carving tools; a complete set of (the novels of) Jane Austen.) set, takım

2) (an apparatus for receiving radio or television signals: a television/radio set.) alıcı, cihaz

3) (a group of people: the musical set.) topluluk

4) (the process of setting hair: a shampoo and set.) saç yapma

5) (scenery for a play or film: There was a very impressive set in the final act.) sahne, dekor

6) (a group of six or more games in tennis: She won the first set and lost the next two.) set

•

- setting